background

Hoşaf Tarifi

Hoşaf Tarifi

Hoşaf Tarifi

SELÇUKLULARDAN  MAHOŞ HOŞAF TARİFİ

Yarım kilo kuru erik
5 su bardağı su
2 yemek kaşığı koruk suyu
3-5 adet karanfil
Bir su bardağı şeker


- Erik, şeker, su ve karanfil tencereye konur.
- Yaklaşık yarım saat pişirilir.
- Altı kapatılıp kotuk suyu ilave edilip dinlendirilir.
- Soğutulup servis yapılır.

Hoşaf

'Hoşaf adı, Farsça kökenli olup 'hoş ab'dan yani 'hoş su'dan gelmektedir. Kurutulmuş meyveden kaynatılan hoşafın taze meyve kullanılarak yapılanı ise 'komposto' diye adlandırılmaktadır.

Kurutulan meyvelerden yapılan hoşaf, Selçuklu devri kaynaklarında adı geçen bir meşrubattır. Eflaki kayısı hoşafından bahsederken şöyle der: “ hamamın ardından kerem sahibi dostlarla birlikte yemek üzere büyük bir kase kayısı ıslatmışlardı… Bu sırada gözüm hoşaf kasesine ilişti. Nihayet nefsim aklımı yendi, bir kayısı tanesini ağzıma attım.” Yine Eflakinin, “ Adamlarına biraz ekşimsi hoşaf yapıp bir çini kase içine koymalarını emretti” bahsi hoşafın kaselerde servis edildiğini göstermektedir.

Osmanlılarda da"Bu hamurişlerine baklava veya memuniye, sütle pişirilen pirince südlü aş, şekerle dövülmüş pirince muhallebi denir. Ve padişahın susuz yuttuğu bir sürü ilacın ardından, koca bir kap hoşab veya üzüm, şeftali, kayısı, kızılcık gibi her türlü meyvenin suyu getirilir." denmektedir. Evliya Çelebi hoşaf için bir öyküsü olduğundan  bahsetmektedir. Hoşafın da Hz. Osman  zamanında  icad edildiğini bu  sebeple zerde ve hoşafın  İran’da yasaklanmış yiyecekler olduğunu, bazı İranlıların bu tatlıları gizlice yediklerini anlatmaktadır. Yukarıdaki rivayetlerde anlatılanların gerçek olup olmadıkları ve zerde  ile Muaviye’nin ilişkisi hayali bile olsa,  bu rivayetler,  dini  inançların  ve  dini veya siyasi  yasakların ötesinde din adına sürdürülen mücadelelerin  de  beslenme  alışkanlığını  asırlar  boyu derinden etkilediğini  göstermesi açısından ilginçtir. Osmanlı döneminde Muharrem  ayında  düzenlenen ulufe dağıtma töreninde Yeniçerilere pilav ile zerde ikram edilmesi Seyahatnâme’de geçen  söz konusu  rivayeti hatırlatmaktadır. Yeniçerilerin çorba, pilav ve zerdeyi yemeleri, saraya itaatlerinin devamının bir göstergesi  sayıldığından  asker  yemeğe başladığında kurbanlar kesilmektedir. Burada karşımıza çözülmesi gereken bir problem çıkmaktadır. Genel olarak İran çevresinde ideolojik bir reaksiyonla sırf  Muaviye icadı olması gerekçesiyle zerde reddedilmektedir. Peki, nasıl oluyor da Şiî kültür muhitinde merdûd olan zerde, benzer kültürel kodlara ve “tevella ve teberra” kaynaklı ortak  tarihî reaksiyona sahip Anadolu Bektaşi geleneğinde ve hassaten Hz. Ali’ye bağlılığın  temel karakteristik özellik hâlini aldığı Bektaşi Yeniçeri  ocağında mübah bir besin  sayılmaktadır? Ve  dahası Muaviye icadı zerde, Muharrem ayında düzenlenen ulufe töreninde bu törenin temel yapıtaşı olan merasim yemeğinin bir parçası olabilmektedir.